Bilim Her Zaman Tarafsız mıdır? – Denizhan Eren

0

Yaklaşık bir hafta önce Habertürk programında Nagehan Alçı Ekrem İmamoğlu’na karşı Kanal İstanbul projesini savunmak için Celal Şengör’ün projenin zararlı olmadığı iddiasını ileri sürdü. Bilgi bulanıklığına son vermek istediğini söylerek programa telefonla katılan Celal Şengör ”Ben jeolog olarak kanala taraftarım veya karşıyım diyemem, çünkü önümde veri yok” ifadelerini kullanmış ve Kanal’ın deprem tetiklemeyeceğinden, ama Kanal etrafına yerleşimin çevresel bir felaket getirebileceğinden bahsettmişti. Ancak özellikle bir taraf tutmadığını ve jeolog olarak sadece bilimsel konuştuğunu ve tarafsız kaldığını belirtmişti.

Celal Şengör günümüz bilim dünyası için benzerlerini pek çok farklı alanlarda bulabileceğimiz bir tipoloji. Özellikle de Türkiye için. Celal Şengör çoğu bilim insanının ekolojik felaket diye karşı çıktığı bir konuda neden tarafsız kalmayı tercih etti? Bir bilim adamı olarak tarafsız olduğunu söylemesi bilim insanlığına yakışır bir hareket mi? Elinde yeteri kadar veri olmadığı söylemi doğru mu? Bilimin ve bilim insanlarının tarafsızlığına güvenebilir miyiz?

Tıpkı sanat ve siyaset gibi objektif bilgilerle uğraştığını iddia etse de, bilim de insanın kollektif bir ürünüdür. İnsanlar, yaşadığı toplumda belli bir sınıfsal konuma bağlı olduğundan, temelde bütün bilimler de, sosyal veya doğal, matematik ve mantık dahil olmak üzere, bir sınıf karakterine sahiptirler. Bu yüzden bilimin tarafsız olduğu, siyaset ve sınıflar üstü bir mesele, gerçekliği açıklayan kutsal bir kaynak olarak gösterilmesi gerçeği yansıtmaz. Tarih boyunca bilimin gelişimi ayrıcalıklı sınıfların hegemonyası altında bir silah olmuştur. Tarihte ilk rahipler, matematik bilgilerini kendi kutsal kimliklerini pekiştirmek için kullanmıştır, yeni çağda antropoloji sömürgeleştirme döneminde kültürel egemenliğe hakim olmak için geliştirilmiş, bugün ekonomistler kapitalist sömürü çarkının daha iyi işleyebilmesi için ekonomi bilimini geliştirmiştir. Örneğin bugün hala devam eden nükleer silah savaşında egemen sınıflar için bilimin katkısı büyüktür. Buna karşılık egemen sınıflar bilimin tarafsız olduğunu iddia ederek, bilimsel gerçeklerin sınıflar üstü bir gerçeklik olduğunu söyler, kendi sınıfsal konumlarını bilimsel gerçeklik arkasına sığınarak meşrulaştırmaya, garanti altına almaya çalışır.

Bugün rant için Kanal İstanbul projesini hayata geçirmeye çalışan iktidarın bilimi kendi sınıfsal çıkarları için kullanması bu konuya güzel bir örnek. Devletten 8 yılda 42 ihale alan, kendi şirketine ÇED olumlu raporu veren, rüşvet verdiği iddiasıyla hapis cezası alan ,ÇED raporunu hazırlayan şirket sahibi Selahattin Hacıömeroğlu (http://bianet.org/bianet/ekoloji/217697-kanal-istanbul-un-ced-raporunu-kim-hazirladi), bilimin tarafsızlık yalanına sığınmaya çalışan insanlardan biri. Hacıömeroğlu ÇED raporunun ”..mühendis ve uzmanlardan oluşan 20 kişilik ekip, 7 üniversiteden 33 bilim dalında 200’e yakın akademisyenle çalışarak” hazırlandığından bahsediyor, “Projenin çevre kirliliği yapmayacağı, çevrenin korunmasına ilişkin her türlü tedbir ve bilgilerin yer aldığını” söylüyor ve ayrıca şunu ekliyor:

“ÇED raporu tamamen bilimsel konudur ve bu rapor uluslararası standartlara göre hazırlandı. Kamuoyunda raporun içeriği, konusu tartışılması gerekirken, şahsım ve onursal başkanı olduğum Çınar Mühendislik firması konuşuluyor. Biz, ÇED raporundaki teknik konuların tartışılmasını istiyoruz.”

Gerçekler ise Kanal İstanbul’daki ÇED raporunun hiç de öyle bilimsel olarak hazırlanmadığını gösteriyor. Jeofizik mühendisi ve Sismoloji Doktoru Savaş Karabulut, Kanal İstanbul projesinin ÇED raporunun bilimsel bir yöntemle değil, öznel değerlendirmeyle hazırlanmış olduğunu söylüyor. Dr. Savaş Karabulut’a göre ÇED raporlarında projenin çevreye olan zararı olduğundan daha az gösteriliyor:

”İlk dikkati çeken husus (ÇED raporunda) “Büyüklük” olarak tanımlanan özelliğin yani etki faktörü kapsamına ilişkin yapılan tanımın bile kendi içinde etkiyi azaltacak önlemleri içermiş olmasıdır. Büyüklük değeri çevresel etkiyi hesaplama da en önemli değişkendir. Çünkü projenin çevreye etkisinin hesaplanmasında kullanılan puanlama kriterleri içinde en yüksek değere sahip değişken olarak karşımızda durmaktadır. Bu nedenle bu değer ne kadar düşük olursa, çevresel etkisi de bir o kadar düşük çıkarılacaktır. Raporu hazırlayanların “büyüklük” ölçütünü hesaba katarken, yapılan çalışmanın doğrudan etkisi yerine, “önlemlerle azaltılması sonucunda” elde edilen değerlerin kullanılıyor olması da, sonuçları saptırıcı yöndedir. Nedeni ise yapılan bir işlemin (ör:kazma işlemi) doğrudan çevreye olan etkisini almamız ve böylelikle maksimum riske göre “en güvenilir çözüm önerilerini” hazırlamamız gerekirken; daha iş başında sulandırılarak, büyüklük kavramını ve çevresel etkisi küçültülerek, çevresel etki en baştan küçültülmeye başlanmış oluyor.”

Bir başka örnek olarak Savaş Karabulut, ÇED raporunda projenin “Geri Döndürülebilir” olarak raporlanmasının gerçekdışı olduğunu belirtiyor:

”Raporda özellikle bu malzemelerin önemli derecede çevreye etkileri olacağını belirttiğiniz halde, etkisini hesaplarken, bir (1) olarak puanlayıp, etkisinin az olacağını hangi akılla ifade edeceksiniz. Gerçek puanlama beş (5) olarak alınmalı ve geri döndürülemez olarak alınmalıdır.Çünkü sadece alındığı yerde değil, gittiği ve depolandığı yerde bile geri dönülemez bir etki yaratacaktır. Bu arada Bakanlık bu tehlikeli atık ve çamurlar için hala bir yer belirtmişte değil. En azından raporda böyle yazıyor. Sazlıdere Barajı’nı tamamen ortadan kaldırdıktan ve deniz suyunun bu içme suyu kaynaklarını yok etmesine müteakip, içme sularının yok olmasını nasıl geri engelleyebilecek ve geri döndürebileceksiniz? İşte çevresel etki değerlendirme puanlamasını yapanlar, hiçte bilimsel olmayan etki hesabı yaparak, ÇED raporunu olumlu bir rapora dönüştürebilmişlerdir.”

Savaş Karabulut aynı zamanda projenin hava kalitesine etkisi, atık etki faktörünün hesabı ve su kalitesine etkisinin gerçekçi olmayan bir şekilde düşük puanlarla gösterilerek , çevresel zararlarının minimal bir şekilde gösterildiğini açıklıyor. (Detaylı bilgiyi bu linkten elde edebilirsiniz: https://www.birgun.net/haber/ced-raporu-bilimsel-degil-283692)

Sonuç olarak, ÇED raporunun Savaş Karabulut’un dediği gibi ”doğru olmayan yöntem” ve “kişisel kanaate göre puanlama” sistemi hesabı nedeniyle gerçekliği yansıtmadığını ortaya koyabiliriz.

Bazı muhalif bilim insanları Kanal İstanbul projesini savunan yandaş politikacı ve bilim insanlarını cahillikle suçluyor, kaç tane uluslararası makalelerinin olduğundan yakınıyor. Burada bilimsel bilgiye sahip entellektüel bir insanın her zaman doğrudan ve adaletten yana olacağı gibi bir önyargı yatıyor.

Halbuki mesele bu insanların cahil veya ne kadar bilimsel makaleleri olduğu değil. Bu “bilim insanları”nın bir kısmı projenin tahribatının bilimsel olarak ne anlama geldiğinin gayet farkındalar, ancak çıkarları halktan değil şirketlerden veya kendi sınıfsal konumlarından yana olduğu için gerçekliği istedikleri şekilde çarpıtıyorlar. Bilim insanlarının bilgili olması bu insanları otomatikmen sisteme karşı muhalif bir duruşa yönlendirmeye yetmiyor. Çünkü bilimi yapan insanlar toplumsal sınıflara bağlıdırlar ve bu sınıfların çıkarlarına göre hareket ederler.

Celal Şengör bunun Türkiye’deki en iyi örneklerinden biridir. İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümünde profesör unvânıyla görev yapan Celal Şengör’ün çok okuduğu, çok bildiği ve belli bilimsel konulara hakim olduğu doğrudur. Ancak sırf bunlar bir insanı iyi bir bilim otoritesi veya etik olarak doğru bir insan yapmaz. En iyi yönetim biçimi monarşidir diyebilen, 12 Eylül darbe sürecinde işkence olmamıştır diyen, 12 Eylül’ü doğal ve olağan sayan, dışkı yedirme işkence değildir lafını eden, Marksizmi dünya felaketi olarak nitelendiren kişi de Celal Şengör’dür. Celal Şengör, kendisi de dahil hiç kimsenin inkâr edemeyeceği gibi bir burjuvadır ve gösterdiği refleksler, yaptığı çıkışlar mensubu olduğu sınıfın çıkarlarıyla tümüyle örtüşmektedir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllara kadar dayalı zengin bir ailenin üyesi olan Celal Şengör, kendi sınıfsal konumu sayesinde çok okuyup çok gezebilmiştir. Kendi ayrıcalıklı konumunu zamanın iktidarları sayesinde koruyabildiğinden çoğunlukla yoksullara ve ezilenlere karşı iktidarın tarafını tutmayı tercih etmiştir. Örneğin Celal Şengör’ü ülkedeki açlık sınırı, yoksulluk sınırı, asgari ücret, işsizlik ve adaletsizlik konularından konuşurken göremezsiniz. Böyle sorunlar ona göre ”ayak takımının” problemidir.

Bu yüzden Celal Şengör, özellikle iktidarın yapmak için kafaya taktığı Kanal İstanbul projesine karşı polemik yürütmeye cesaret edemiyor, iktidara borçlu olduğu kendi ayrıcalıklı konumunu tehlikeye atmak anlamına gelir bu. Toplumun geri kalanı tarafından karalanmak istemediğinden ve önemli bir kişi olarak görünür olmaya çalıştığından ise tarafsızlık kalkanına sığınmayı tercih ediyor. Tarafsızlık için ortaya attığı argümanın ise hiçbir sağlam temeli yok. Alanı dışında bile neredeyse her şeyden konuşan ve her şeyi bilen birinin, Kanal İstanbul’un getireceği ekolojik ve jeolojik felaketi bilmediği fikrine inanmamız münkün değil! Konuşmayı çok seven bir insan olarak herkesin hararetli tartıştığı bir konuda Celal Şengör’ün ironik bir şekilde sessiz kalması bilgisizliğinden değil, sınıfsal konumundan kaynaklıdır.

Sonuç olarak Kanal İstanbul’ veya gelecekti konularda bilimsel argümanlara bakarken bu insanların veya şirketlerin ne kadar bilimsel bilgiye sahip olmalarıyla ölçülmeleri yeterli değildir. Bilimsel alanda yürütülen mücadele, sınıfsal olandan ayrılamaz. Bu yüzden AKP’nin ve onun destekçisi bilim insanlarına karşı yürütülen mücadelede onların sadece bilimsel yanlışlığı veya yetersizliği değil, sınıfsal konumları da ifşa edilmelidir. Bu sayede iktidarın dayandığı bilimsel argümanlar tutarlı bir şekilde yanlışlanabilirler.

No comments