EVRİM TEORİSİ’NİN TARİHSEL İMTİHANI – Helin Polat

0

 

EVRİM TEORİSİ’NİN TARİHSEL İMTİHANI – Helin Polat

 

“Bilim yazılması bitirilmiş bir kitap değildir ve asla öyle olamayacaktır.”

                                                                                                          Albert Einstein

Bir şeyi bilme arzusu ile başlayan bilim geçmişten günümüze insanoğlunu ilk doğduğu zamanla kıyaslanamayacak bir gelişmişliğin içine taşır, teknoloji hayatımızı çok kolaylaştırmıştır. Teknolojinin gelişmesini sağlayan bilim, yine teknolojinin gelişmesiyle de kat be kat hızlı ilerler. Tüm bunlar günümüz koşullarını ve bilimin hayatımızdaki yerini çok iyi tarif ediyor gibi gözükse de aslında hiç de öyle değil. Nasıl ki tarihten bu yana bilim insanlarının düşüncelerini özgürce ifade etmelerinin karşısında egemen sınıflar engizisyon mahkemeleriyle, kilise ile, idam cezaları ile, dogmatik düşüncelerle durmuşlarsa şu anki durum da bilim açısından pek farklı değil.  

    Covid-19 salgını ile beraber insanların bilime olan ilgisi artmış durumda. Sonuçta bu virüse çözümün hurafelerden değil bilimden geleceğini biliyorlar. Virüslerin de evrim geçirdiği bu nedenle de sürekli değişim halinde olmalarından ötürü virüsler için bir aşı bulunmasının ne kadar zor olduğu da bilinen bir gerçek. Dolayısıyla virüsleri anlamak istiyorsak evrimi de anlamak zorundayız. Ancak evrimi kabullenmek dünya açısından hiç kolay olmadı ve maalesef hala da evrimin değeri tam olarak anlaşılabilmiş değil. Basitçe açıklamak gerekirse evrim, doğada her şeyin değişip dönüşebildiği ve bu değişen koşullar çerçevesinde de şu anki karmaşık yapılı canlıların basit yaşam formlarından nasıl ortaya çıktığını belirten bir kuramdır. Canlı türleri, farklı türlere değişip dönüşme ise doğal seçilim ilkesine göre işler yani değişen koşullara en iyi uyum sağlayanın hayatta kalma şansını arttırması ile.

  Evrim denilince aklımıza direkt Darwin gelir. Oysaki Darwin de bu teori üstünde düşünürken birçok bilim insanından etkilenmiştir ve daha da önemlisi günümüzdeki evrim kuramı Darwin’in 1859’da ortaya attığı halde kalmamıştır. Şüphesiz ki teorinin o zamanda bazı eksik veya yanlış yanları vardı. Evrimi gerçek dışı kabul edenler de ortaya atılan ilk evrim teorisinin bu eksik ve yanlışlarını kullanmayı ihmal etmezler. Halbuki evrim kuramı, asıl halini, Darwin’in kendisinin de dahil olmak üzere birçok bilim insanının üzerinde yaptıkları düzeltmeler ve eklemelerle günümüzdeki halini aldı. Pek çok bilim insanı o zamanki doğa anlayışından kaynaklı olarak teoriyi çürütmeye çalıştılar ancak evrimin çürütülemez olduğunu ona katkı sunarak fark ettiler. Genetiğin keşfiyle beraber de evrimin nedenleri ve işleyişi ortaya çıkarılmış oldu. Paleontoloji gibi birçok bilim dalı evrim kuramının gelişmesine katkıda bulunurken evrim de paleobiyoloji, evrimsel gelişim biyolojisi, sistematik bilimi, filogenetik bilimi ve daha birçok bilim dalının doğmasında büyük bir role sahiptir. Bu nedenledir ki aslında Charles Darwin’in bilim dünyasına sunmuş olduğu organik evrim teorisi yaşam bilimi olan biyolojide devrim niteliğinde bir rol oynadı. Troçki, Darwin’in keşfinden tüm organik madde anlamında diyalektiğin en büyük zaferi diye bahseder. Darwin Türlerin Kökeni’ni yayınladığında doğayı ve toplumu açıklamak için önceki filozofları aşarak diyalektik materyalist yöntemi ortaya koyan Marx ve Engels bundan çok heyecan duymuştu.

EN GÜÇLÜ OLAN MI EN İYİ UYUM SAĞLAYAN MI?

Evrim kuramının temelini oluşturan doğal seçilim ilkesine göre değişen yaşam koşullarına en iyi uyum sağlayabilen canlılar hayatta kalma şanslarını arttırmış olurlar. Ancak kapitalist sistem, Darwin’in düşüncelerini en güçlü olanın hayatta kalması ya da hayatta kalma mücadelesi olarak yaygınlaştırdılar. Doğada hayatta kalmak için rekabet etmek gerektiğine hatta bu düşüncelerin topluma uyarlanmış şekli olan sosyal Darvinizm adıyla sadece doğada değil toplumda da bireylerin rekabet etmesinin onları geliştireceğine dair çarpıtılmış ifadelerde bulunarak serbest rekabetin doğal ve zorunlu olduğunu savundular. Yani özellikle 19.yy sonunda bilimsel keşiflerin ve teknolojik atılımların neticesinde bilimin tartışılmaz otoritesini toplumsal eşitsizliği meşrulaştırmaya çalıştılar. Kapitalizmin eşitsizliklerini ve ezilme ilişkilerini topluma normal göstermeye ihtiyacı vardı. Dolayısıyla “insanların maymundan evrimleştiği” fikrini kullanarak siyahların beyazlardan daha aşağı bir ırk olarak ilan edilmesi sonucunda siyahlar soy ağacında gorillerle beyazlar arasında bir yere yerleştirip ara tür olarak tanımlandı. Bu ırkçı düşünceler ne yazık ki sadece evrimi kullanarak değil, genetiğin keşfedilmesiyle beraber sahip olduğumuz tüm özelliklerin genlerle belirlendiğini, yaşadığımız çevre koşullarının bizi biz yapan özelliklerimiz üzerinde hiçbir etkisi olmadığını ortaya atan sadece hipotezlere dayalı hiçbir somut veri içermeyen bazı sözde araştırmalar üzerinden de devam etti. Örneğin, siyahların beyazlara göre daha düşük bir IQ ya sahip olduğuna dair asılsız iddialar ortaya atıldı. Hatta bununla da kalmayıp yoksulluğun dahi kalıtımla nesilden nesile aktarılabileceği saçmalıkları bilimsel gerçek olarak ifade edenler akademilerde kürsü sahibi oldu. İlginçtir ki evrim teorisi ortaya atıldığında Amerika’da bu teoriye karşı büyük tepkiler varken aslında evrimin sağlam temellere oturmasını sağlayan genetiğin ortaya çıkmasıyla bir anda herkes genetikçi kesilir ve genetik bilimini nasıl kendi amaçları doğrultusunda, kendi düşüncelerinin haklılığını kanıtlamaya çalışırlar. Bilimi kendi çirkin amaçları doğrultusunda kullananların bilimle zerre kadar alakaları yoktur.

  Darwin, doğal seçilimin evrimdeki rolü üzerine düşünürken İngiliz nüfus bilimci ve politik iktisat teorisyeni olan Malthus’un 1789 da kaleme aldığı Nüfus Üzerine Deneme’den ilham almıştır. Malthus sosyal Darvinci diyebileceğimiz bir anlayışa sahiptir. Yazısında da nüfusun geometrik, besin kaynaklarının ise aritmetik olarak arttığından ötürü yoksulluğun kaçınılmaz olduğunu ve nüfusun bu artışının önüne geçilmesi için kıtlık, salgın hastalıklar ve savaşın faydalı olduğunu savunur. Bu düşünce her ne kadar Darwin’e doğal seçilim fikrini vermiş olsa da aslında istatistiklere göre nüfusun artışı ile besin maddeleri arasında böyle bir ilişki olmadığı kanıtlanmıştır. Ayrıca açlıktan ölmenin başlıca sebebi, besin fiyatlarını sabit tutmak için ve tarımsal tekellerin kar düzeylerini korumak ve fazlalık teşkil eden besin maddelerinin imha edilmesidir. Yani doğal seçilimden ve en uygun olanın hayatta kalması düşüncesinin aksine doğrudan kapitalizmin insan hayatına zerre önem vermeyen uygulamalarıyla ilişkilidir. Geçtiğimiz günlerde de salgına karşı önlem almayan ülkelerden biri olan İngiltere’de sürü bağışıklığı yönteminin benimsendiğini İngiltere başbakanı Boris Johnson ifade etti. Bırakınız yapsınlar’a dayanan bu tutum, halkı virüse teslim eden bir sosyal Darvincilik anlayışından başka bir şey değildir. Görülen o ki Johnson’un bilim anlayışı sosyal Darvincilikten ötesine geçmiyor. Fazla nüfusun ve özellikle de üretime katkısı olmayıp sadece tüketim yapan yaşlı nüfusunun kaybedilmesi aslında kapitalist sistemin çıkarları düşünülünce kayıp olarak nitelendirilmiyor.

MUHAFAZAKARLIK VE EVRİM

 Evrimi çürütmek ya da kanıtlamak amacıyla yapılan tüm çalışmalar evrimin bir doğal yasa ve yaşamın her alanında var olduğunu kanıtlarken bilimin ışığından uzakta kalmış muhafazakârlar evrimi sanki sadece maymundan insana geçişi savunan dolayısıyla da dinin benimsediği yaratılış dogmasına karşı çıkan gerçek dışı bir teori olarak görürler. Muhafazakarlığın en başını çeken AKP iktidarı evrim karşıtlığını bir kez daha belirtmek istercesine 9. Sınıflarda zaten çok yüzeysel bir şekilde okutulan “Hayatın Başlangıcı ve Evrim” ünitesi 22 Temmuz 2017’de çıkarılan bir yasayla müfredattan kaldırdı. Bu şekilde AKP iktidarı ezbere dayalı eğitim sistemine bir kez daha el atarken bilimden yoksun, muhafazakâr, düşünmeyen bir gençlik yaratmak peşinde olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu. AKP’nin bilim karşıtı politikaları maalesef bununla da bitmiyor. Bilimin yuvası olan üniversitelere yeterli bütçe ayrılmadığından dolayı laboratuvarlarda malzemeler eksik bırakılıyor, hatta bazı üniversitelerde laboratuvar dersleri yapılmıyor bile, bazı önemli çalışmalar yeterli maddi destek sağlanamadığı için yarım kalıyor ya da hiç yapılamıyor. Mezun olduklarında bilimsel çalışma yapmak isteyen öğrencilere ise bir seçenek sunulmuyor ve geleceğin bilim insanları olabilecek öğrenciler geçim sıkıntısından dolayı mezun oldukları alandan bambaşka bir alanda buldukları gündelik işlerde çalışmaya mahkûm ediliyor. Tüm bu koşullar da üniversiteye gidecek öğrencilerin temel bilimlere olan ilgisini azaltmaya, öğrencileri belki de hiç istemedikleri ama mezun olduklarında bir nebze daha iyi bir ihtimalle iş bulabilecekleri alanlara yöneltirken adeta bilimin önüne ket vuruluyor.

 

 Bilim her ne kadar karalamalarla, engellerle karşılaşsa da her geçen gün ilerlemeye devam ediyor. Bilimin önündeki en büyük engelin ise kapitalizm olduğunu söylemek mümkün. Her ne kadar merakla başlasa da bilim insanlığa faydalı olmalıdır. Ancak kapitalizm, bilimi kendisine hizmet sunan bir sektör haline getirme çabası içerisindedir ve bilime hiçbir katkısı yoktur. Kapitalizm yeri geldiğinde bilimin sunduğu bir keşfi karalamalarla yok etmeye çalışır tıpkı evrim kuramına karşı bakış açısındaki gibi, yeri gelir yok edemediği bilgiyi kendi çıkarlarına uyarlayarak değiştirmeye çalışır.   Eğer keşfedilecek olan bir şeyin meta değeri olmayacaksa, meta değeri olan bir şeyin ortadan kaldırılmasına neden olacaksa ya da insanlığın sadece küçük bir kısmı için faydalı olacaksa bu şeyi keşfetmenin hiçbir anlamı yoktur kapitalistlerce. Örnek vermek gerekirse, Ebola virüsünün keşfinden sonra üretilen ve Batı Afrika Ebola Salgınına karşı kullanılabilecek bir aşı, herhangi bir maddi gelir sağlamadığı için yıllarca bir kenara atıldı, üretilmedi. Aşı, hastalığa karşı %100 koruma sağlıyordu ve aslında 2010-2011 yılına hazır edilebilirdi; ama edilmedi. Bu nedenle de 2013’te başlayıp, 2016’ya kadar süren salgının önüne geçilemedi; çünkü insanlar üzerinde yapılması gereken deneyler vakitlice yapılmamıştı. Bu basit hata, 11.000’den fazla insanın canından olmasına neden oldu. Afrika’daki insanları bu şekilde ölüme terk eden bu sistem covid-19 salgınında ise üretilecek aşıların Afrika’daki insanlar üzerinde denenmesini istedi, onları adeta denek fareleri olarak kullanmak isteyerek. Başka bir örnek ise Türkiye’de lösemili hastalar için LÖSEV’in kurduğu LÖSANTE‘nin kapatılmasıyla hastaların tedavi sonucunda kabarık faturaları olan özel hastanelere gitmesisin sağlanması. Ayrıca, her gün kanserden dolayı binlerce insan hayatını kaybederken ve bilim de bunun için bir çözüm arayışı olmak için uğraşırken kansere çözüm olabilecek bir aşının bulunması kanserli hastalar üzerinden kar eden ilaç şirketlerinin işine gelmeyecektir. Bu örnekler aklımıza “Kimin için bilim?” sorusunu getiriyor. Kapitalist sistem bilimin önüne engeller koyduğu sürece yaşamımız bile tehlike içerisinde. Bilim ancak bu engellerden kurtulduğu zaman hızla insanlık adına bir ilerleme gösterecektir. Ve o zaman Einstein’ın yukarıda belirttiği gibi bilimin ilerleyişi devam edecektir.

                                                        KAYNAKÇA

 

 

      

No comments