Seyirci Değil Özne: ÖRGÜTLÜ BİR GENÇLİK İÇİN-Emrecan Konyalı

Kayıt hakkı kazanmasına rağmen 105 bin 772 öğrenci üniversiteye kayıt yaptır(a)madı. Geçtiğimiz yıl yaşanan barınma krizinin devam etmesi ve gün geçtikçe artan yaşam maliyetleri birçok öğrenciye üniversitelerin kapısını kapattı. Küresel salgın ile birlikte gördüğümüz eğitimin sınıfsal krizi Türkiye bakımından geçtiğimiz yıl gibi bu yıl da çarpıcı şekilde kendini gösterdi. Eğitimdeki krizi salt giderleri karşılayamama krizi olarak ele almak yanlış olacaktır. Bu kısım eğitimin ulaşılabilirliği ve eşitsizliği bağlamında kritik olsa da ulaşıldığı takdirde nasıl bir eğitimin öğrencileri karşıladığı da önemli bir sorundur. YÖK’ün yıllardır ana hedefinde olan üniversitelerin niteliksel dönüşüm programı ile gelinen nokta; İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı genelgeyle baskısını hissettirdiği, eğitimin hedeflerinin yalnızca ucuz işgücü yaratmak yahut nitelikli iş gücünü çıkar çevreleri için eğitmek ve üniversitelerde şirketlerin hakimiyetini güçlendirmek oldu. Bütün bunların karşısında gençliğin gelecek süreçlerde vereceği tepki elbette belirleyici olacaktır. Tek başına bir öğrenci hareketi ya da gençlik hareketi her şeyi başaracak güçte olmasa da tarihten gördüğümüz üzere umut olma, kapitalizmin çile çektirdiği milyonlarla ortak mücadelede güçlü bir kanat olma konusunda önemlidir. Yazımızda günümüz koşullarında gençliğin önündeki belli başlı görevlerini, verilmesi gereken mücadelenin düzeni değiştirme mücadelesindeki tarz ve içeriğini konuşacağız. 

ÜNİVERSİTELERE ÖRÜLEN SINIFSAL DUVARA BAŞKALDIRI  

Türkiye’de 208 üniversite ve 2022 yılında 8 milyonu aşan öğrenci mevcut. Öğrencilerin durumunu üniversite eğitimi sırasında ve üniversiteden mezuniyet sonrası olarak iki aşamada inceleyebiliriz. Üniversite eğitimi sırasında öğrencilerin büyük bir çoğunluğu ekonomik yetersizliklerin esiri oluyor. Temel giderler bakımından barınma ve kırtasiye giderleri ipi göğüslüyor. Öğrenciler ise burada aile desteği, burs/kredi ya da kendi kazançlarıyla ayakta kalmaya çalışıyor. Aile desteğinin birçok öğrenci açısından yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. DİSK-AR “Asgari Ücret Gerçeği” raporunda tüm ücretli çalışanların yüzde 64’ü (12,5 milyon işçi) asgari ücretin altı ile asgari ücretin bir buçuk katı arasında bir ücret elde ediyor şeklinde belirtiyor. Son birkaç ayda bile eğitim için gerekli harcamaların fiyatlarındaki büyük sıçrama ile birçok gencin ailesinden yeterli maddi destek alması imkansıza yakın. Bunun alternatifi olarak burs ya da kredi öğrencilere destek olabiliyor. Fakat sadece bunlarla bir öğrencinin bütün temel giderlerini karşılaması mümkün olmuyor. Burs ve kredi yönetmeliklerindeki not ortalaması kıstası nedeniyle birçok öğrencinin burs ya da kredisi kesilebiliyor. Burs/kredi kesmenin siyasi baskılama olarak da kullanıldığını biliyoruz. Not ortalaması konusu bir gerçeğe de ışık tutuyor. Birçok öğrenci çalışmadan okul masraflarını karşılayamıyor. Günlük, yarı zamanlı ya da tam zamanlı işlerde çalışan öğrenciler büyük oranda bu işlerde düşük ücret ile uzun saatler çalışıyorlar. Bu süreç ruh ve beden sağlığını olumsuz etkilediği gibi eğitime yeterli zaman ayıramayan ve çalışsa dahi birçok gerekli harcamayı karşılayamayan bir öğrenci kitlesi yaratıyor. Bu yıl 105 bin öğrencinin hak kazanmasına rağmen kayıt yaptıramaması kapitalizmin eğitim hakkı masalını gösteriyor. Emekçi halkın çocuklarına, parası olmayana ya da yetmeyene üniversite kapıları kapanmış oluyor. Mezuniyet sonrası ise AKP’nin eğitim politikasının meyvelerini görüyoruz. Özellikle tabela üniversiteleri ile güvencesiz bir nesil yaratıldı. Kendi bölümüyle ilgili iş bulamayan, düşük ücrete boyun eğmek zorunda bırakılan ya da uzun süre işsiz kalan diplomalılar hayata tutunamaz hale getirildi. Mevcut verilerle geniş tanımlı genç işsizliğinin 2022 yılı 2. çeyreğinde yüzde 32,5 olduğu görülüyor. AKP’li Bakan’ın övünçle anlattığı özelleştirme, taşeronlaştırma hikayesinin sonuçlarını genç nesil en acı şekilde yaşıyor. Dolayısıyla nitelikli eğitim ve insanca çalışma koşullarıyla istihdam garantisi gençliğin önemli talepleridir. Üniversitelerde halkın çocuklarına kurulan bu duvar gençliğin bu dönemki en temel hedeflerinden biri olmalıdır. Bu duvarı inşa eden AKP iktidarı, patronlar, kapitalizm, baskılar olduğundan bu duvara karşı mücadelenin hedefinde de bütün bir toplumun zararına işleyen bu unsurlar yer almalıdır.  

ÜNİVERSİTELERİN DÖNÜŞÜMÜ  

Kapitalist ilişkiler içerisinde eğitim yönetici sınıfın kendi planları ve değer yargıları etrafında şekillendirilmeye çalışılır. Elbette tarih bu denli basit ve tepkisiz değildir. Birçok mücadele bu işleyişi belirli ölçülerle de olsa kırabilir, değiştirebilir. Tepkisiz kalındığında çarkların eğitim alanında da kapitalizmden yana işleyeceğinin bilinmesi gerekir. Hiçbir yapı tek başına belirleyici olamayacağı gibi üniversiteler de yönetenlerin dizaynından ibaret görülmemelidir. Örgütlü özne olmak hayatın her alanında bir mücadele cephesi kurmayı gerektirir. Dolayısıyla kapitalizmin her sözü ferman görünse de değişmez değildir. Elbette topyekün bir düzen değişimi isteyenler eğitim alanında da güncel talepler mücadelesini içermelidir. Bu doğrultuda yapılmak istenen dönüşümü anlamak ve bunun karşısında nasıl bir üniversite olmalı sorusunu cevaplamaya çalışmak önemlidir. 2021 yılında YÖK’ün yayınladığı Üniversite-Sanayi İşbirliğinin Geliştirmesi Eylem Planı adlı kitapçık bu dönüşümün hedeflerini ve nasıl olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Üniversiteyi rekabet, tüketim ve şirketlere hizmet merkezi haline getiriyor. Bunun etrafında kümelenen sermaye grupları, üniversite kademelerindeki işbirlikçileriyle bu alanı kendi hedefleri doğrultusunda şekillendiriyor. Özellikle “Teknoparklar” ile sermaye üniversite uyumu amaçlanıyor. Bölgedeki vergi mükelleflerine bu bölgelerde yaptıkları AR-GE ve yazılım faaliyetlerinden elde ettikleri kazançlarda kurum ve gelir vergisinden muafiyet sağlanacağına değiniliyor. Üniversiteler ile bu sermaye grupları arasındaki geçişkenlik elden geldiğince sağlanmaya çalışılıyor. Üniversitelerin olması gereken değerlerinden uzaklaştırıldığı iktidarın ve şirketlerin arkabahçesine çevrildiğini her zaman söylüyoruz. Bu dönüşümü meşrulaştırma çabasında gelişiyoruz, güçlü ülke oluyoruz gibi söylemler badana işlevi görüyor. Herkesin bilmesi gereken bir gerçek ortada duruyor. Kapitalizmde üretim planlamasının temelinde kar hırsı yatıyor. İhtiyaçları gözeten, halkın sorunlarına çare olma amacı güden bir üretim değil pastadan kim pay kapacak yarışı temelde belirleyici oluyor. Dolayısıyla üniversitelerdeki bu dönüşüm ne halka ne de gençliğe fayda sağlıyor. Ekonomik açıdan halkın cebine girmeyen para şirketlere akıyor. Gençlik ise yaratıcı bir üretim yapamadığı, rekabetçi piyasada hayatta kalmaya çalışıyor. Bir yandan da ideolojik olarak hayatı çevreleyen bu işleyiş gençliği apolitikleşmeye ve toplumun sorunlarından uzak bireysel kurtuluşçu hale getirmeye çabalıyor. Oysa bu çarkların içerisindeki gençler insanca yaşamadıklarını, ekonomik ve sosyal açıdan büyük bir buhranın içerisinde çabaladıklarını biliyorlar. Burada bilmenin ötesinde gençliği zincirleyen düzene karşı bir ses çıkarabilmek gerekiyor. Üniversiteleri toplumsal sorunları kendisine dert edinen, herkesin eşit ve ulaşılabilir eğitim alabildiği, küçük bir azınlığın değil halkın çıkarları için ürettiği, bilimin özgürce ve insanlık adına yapıldığı yerler haline getirmek gerekiyor. Üniversiteler üzerindeki baskılara karşı mücadele hattı örmek, üniversitelerin işleyişinde patron zihniyetli idarecilerin yerine öğrenci-işçi-akademisyen karar mekanizması için çabalamak bu mücadelenin önemli noktalarını oluşturuyor.  

68 RUHU VE ÖRGÜTLÜ BIR GENÇLİK  

ABD’nin Vietnam’a saldırısıyla dünya çapında neredeyse bütün bölgeleri kapsayacak genişlikte savaş karşıtı hareket gelişti. Mitingler, sokak çatışmaları, grevler, boykotlar dünyayı sarsıyordu. Bu hareket Vietnam Savaşı’yla tetiklenmiş olsa da yılların birikmişliğinin bir ürünü oldu. Yerel örneklerinde kendi yöneticilerine karşı mücadele ve ABD’nin karşısında anti-emperyalist çizgi ortak mücadele motiflerindendi. 68 Hareketi kabuğuna sığmamayı, ortak dertleri, ortak çözüm yollarını ve kolektif mücadeleyi öğretiyor. Savaş karşıtlığı, azgın sömürü, diktatörler toplumun bir kısmını değil büyük bir çoğunluğunu etkiliyor ve bu ortak sorun özellikle kimi yerlerde ortak bilince dönüşüp politik bir toplumsal hareket yaratıyordu. Gençliğin kendi refleksleri işçi sınıfının hamleleriyle bütünleştiğinde ortaya çıkan sokaklardaki güç dönemin ruhuydu. Tarihe seyirci değil tarihi değiştiren bir özne olabilmeyi öğreten ruh yine buradaydı. Fransa 68’i hatırlanmayı hak ediyor. Nanterre Üniversitesi rektörünün üniversiteyi kapatmaya karar vermesiyle Sorbonne Üniversitesi önünde gerçekleşen protesto hareketi büyüyordu. İşçi sınıfı mayıs ayında onlarca fabrikada grevler örgütlüyor, öğrenciler ile işçi sınıfı arasında eylem birlikleri gerçekleşiyordu. Grev dalgası kısa sürede çalışan nüfusun üçte ikisine 10 milyona ulaşmıştı. De Gaulle’ü Fransa’dan kaçmak zorunda bırakan mücadelenin birleştirici gücüydü. Fransa 68’i işçi sınıfı ve gençlik birlikteliğinin örnek alınması gereken bir örneği oldu fakat uzlaşmacı sol hareketlerin etkisi, devrimci bir öncü partinin eksikliği bu hareketin daha ileriye gitmesini, kalıcı bir zafere dönüşmesini engelledi. 2. Dünya Savaşı sonrası Fransa’da üniversite öğrencilerinin sayısı hızla arttı. 1968 yılında Fransa’nın nüfusu 50 milyon, öğrenci sayısı 600 bindi. Üniversiteler birçok açıdan kriz içerisindeydi. Fiziki koşullar, eğitimin niteliği, baskıcı yönetimler üniversite içi temel sorunlardı. 10 yıllık De Gaulle yönetimi Fransa halkının sırtına çöreklenmişti. İşçi sınıfının sayısı artıyor fakat büyüme yavaşlamış, ücretler yetmez olmuştu. 68 protestolarından önce hareketlenmeye başlayan bir dip dalgası halihazırda mevcuttu. İşçi sınıfı ve gençlik arasında karşılıklı umut yaratma durumu vardı, öğrenci eylemleri işçileri heyecanlandırıyor, grevler öğrencilere yol gösteriyordu. Çiftçiler, köylüler toplumun birçok kesiminden insan bu hareketin içerisindeydi. Toplumsallaşan hareket ülke genelinde güçlü bir atmosfer yaratmıştı. Fransa 68 örgütlü gücün etkisini gösteriyor fakat kitleler ortak bir programda birleşemediğinde yenilginin kaçılmaz olduğunu da gösteriyordu. 68 hareketi doğruları ve yanlışlarıyla birçok ders çıkarılmayı hak ediyor. Özellikle örgütlü halk kitlelerinin yenilmez denilenleri dize getirmesi insanlığın geleceğine dair umudu canlı tutuyor. Günümüz mücadelesini tarihin doğru ve gerçekçi yorumuyla şekillendirmek bizim elimizde.  

TARİH GÖREVE ÇAĞIRIYOR 

 Günümüz gençliğinin önünde örgütlü bir hareket yaratma sorumluluğu duruyor. Politika üreten, hayata müdahale eden, ezilen ve sömürülen milyonlarla ortak mücadelede buluşan, kampüslere sığmayan bir hareket yaratmak gerekiyor. Bunun yolu Marksist programdan ve sosyalizm mücadelesinden geçiyor. Gençlik enerjisi, birikimi, heyecanıyla bu mücadelede örgütlü olmak zorunda. Üniversitelerde güncel talepleri etrafında birleşmek, okul sınırlarını aşıp fabrikalarda, sokakta örgütlenmek, siyasetin aktif öznesi olmak zorunda. Bunu devrimci bir alternatifle yapmaktan başka çaremiz yok. Bu mücadelenin salt güncel talepler ya da alan kazanma mücadelesi olmayacağını bilmek gerekiyor. Kapitalizm Türkiye gibi ülkelerde sert işlese de uygun koşullar oluşursa zor yerine rızayı devreye sokabilir. Güncel talepler mücadelesi bu bakımdan hassas bir konu. Elbette hak mücadeleleri, siyasi ve ekonomik talepler elde etmek, bunun yolunu hazırlamak gerekiyor. Fakat azami taleplerle yani, kapitalizmin yıkılması mücadelesiyle birleşmeyen her mücadele düzen tarafından yutulma tehlikesi içeriyor. Gençliği sadece kendi çıkarlarını düşünen bir kitle gibi gören, sadece üniversite içerisindeki bireysel taleplerle ilgilenen toplumdan uzak bir grup olarak gören siyasi hareketler düzenin sınırlarına takılıyor. Gençlik elbette kendi içerisinde eşit bir bilince sahip değil. Bu yüzden öznelerin bilinç kazanma yeteneğine güvenmek, gençliği bütünlüklü bir şekilde donatmak, mücadeleye katmak gerekiyor. Barınma sorunu, işsizlik ile AKP diktası, AKP diktası ile kapitalizm arasındaki bağı her genç görmüyor olabilir fakat her genç görebilecek potansiyele sahiptir. Düzenin verdikleriyle yetinmeyen, başka bir dünya isteyen bir gençlik hareketi elbet mümkün. Bunu sağlamak için sosyalizmi, gençliğin bugünü ve yarını için en samimi ve en gerçek alternatif olarak gençliğin programına sokmak gerekir. Mücadele etmeden gerçek bir kazanım olmayacaktır. Bu düzenden yaka silken bütün gençleri, eğitim alamayan, barınamayan, sömürülen, ezilen bütün gençleri değişimin öznesi olmaya çağırıyoruz. Akıl, cesaret ve irade ile.