1871 Paris Komünü-Can Ekim

 Komün, işçi sınıfının siyasi egemenliğinin bir biçimiydi, ezilen sınıf tarafından ezen sınıf üzerinde kurulan bir diktatörlüktü. Komün ilk olarak düzenli orduyu ve polisi lağvetti, eli silah tutan tüm işçilerin katılabileceği Muhafız Birliği tek silahlı aygıt olarak ilan edildi, bu özünde her mahallenin kendi işçi milisleriydi. Marks her zaman devletin lağvedilmesinin tarihin zorunlu bir çıktısı olduğunu belirtti ancak o güne kadar devlet olmayana geçiş sürecinin siyasal biçimleri üzerine pek çalışmadı. Paris Komünü burjuva devlet mekanizmasını parçaladı, devlet olmayana geçişin siyasî formülü nihayet keşfedildi. Komün üyelerinin maaşı işçi maaşını geçmiyordu. Komün görevlileri seçimle göreve geliyor ve her an geri çağrılabiliyordu, bu bürokratikleşmeye karşı alınmış bir önlemdi. Bilimsel eğitim başlı başına önemli bir konuydu, alet kullanan bir işçi aynı zamanda bir kitap yazabilecek entelektüel seviyede olmalıydı. Eğitim tamamen laikleştirildi, zorunlu ve ücretsiz oldu. İşçilere bu dünyada kurtuluş olmadığını, kurtuluşun öteki dünyada olduğunu söyleyip onları itaatkârlaştıran Din Bakanlığı kapatıldı. İşçi sınıfı cennetini yeryüzünde kuruyordu. Hatalar ve dersler Paris Komünü’nün bir programı veya tasarlanmış bir taktiği yoktu. Bu temellerin olmamasının nedeni ise işçi sınıfına öncülük edecek, proletaryayı savunma ya da saldırı için organize edebilecek disiplinli bir işçi partisinin olmamasıydı. Enternasyonal’in her ne kadar kitlelerle temas halinde olan işçi şubeleri vardıysa da bunlar örgütlenmemiş, parçalar hâlindeydi. 1870’in sonlarına doğru Lyon ve Marsilya gibi kentlerde komün girişimleri oldu ancak kitleleri organize edecek bir öncü parti olmadan meydana gelen tüm bu ayaklanmalar yenilgiye uğramıştı. Taşra proletaryası bu ayaklanmalar sürecinde tüm enerjisini yitirmişti, öyle ki Paris Komünü’ne taşradan destek sağlayabilecek durumda değillerdi. Paris Komünü’nü Narbonne, Lyon, Bordeaux, St. Etienne gibi kentlerdeki işçi ayaklanmaları izledi ancak yine bir öncü parti eksikliğinden dolayı burjuvazi tarafından kolaylıkla bastırıldı, Paris’e kentlerden de destek sağlanamadı. Öncü partinin yokluğu karar alma sürecini bir kararsızlık yumağına çeviriyor, pasif kalmaya yol açıyordu. Kapitalist bakanlar tutuklanmadı, Merkez Bankası’na el konulmadı, Versay’a kaçan hainlerin üzerine yürünmedi. Bu yenilgiden alınan deneyimlerle 1871 Londra Konferansı ve 1872 Lahey Kongresi’nde burjuva partilerinden tamamen farklı ve bunların düşmanı olan bir işçi partisi yaratma ihtiyacı dile getirildi. Troçki şöyle yazacaktı: İşçilerin partisi -parlamenter manevralar için bir araç değil, gerçek bir partiproletaryanın birikmiş ve örgütlü deneyimidir. Ancak geçmişinin bütün tarihine dayanan; gelişimin tüm safhalarını ve patikalarını teorik olarak öngören ve buralardan gerekli eylem formüllerini çıkaran bir partinin yardımıyla, proletarya kendisini tarihine sürekli yeniden başlamaktan, duraksamalardan, karar yoksunluğundan ve hatalarından muaf tutabilir. Paris proletaryasının böyle bir partisi yoktu… Proletarya geçmiş devrimlerin, çarpışmaların, demokrasinin yinelenen ihanetlerinin derslerini hafızasında yeniden oluşturmadan önce altı ay akıp gitmişti ve sonunda iktidarı aldı… Ancak o bu gerçeği sonraki günlerde anladı. Devrimle beklemediği bir anda karşılaşmıştı… Paris’te, başında Thiers’in bulunduğu bakanlar tutuklanabilirdi. Onları savunmak için de kimse el uzatmazdı. Bu yapılmadı… Aynı zamanda Versay’a yönelik şiddetli bir saldırı hazırlanmış olsaydı belediye başkanları ile görüşmeler askerî bakış açısından amaçla uyum içinde tam bir kurnazlık olarak savunulabilirdi.” Komün’e giden süreç Fransa’nın Prusya’ya savaş açma nedeni görünürde Hohenzollern Prensi olan Leopold’un İspanya tahtına aday olmasıydı. Bonaparte rejimi her yönden bir baskı rejimiydi. Dernek kurma ve gösteri yapma hakkı sadece kâğıt üzerinde kalıyordu. En ufak bir muhalif hareket şiddetle bastırılıyordu. Basın üzerinde inanılmaz bir sansür ve denetim vardı. Yıllardır yığınlara verilen ekonomik refah sözü ise artık kitleleri kandıramaz olmuştu, insanlar ayaklanıyordu. Karşılaştığı öfke karşısında Louis Bonaparte’ın tek kurtuluş yolu tüm suçları atabileceği bir düşman yaratmaktı, o düşman Prusya oldu. Bonaparte rejimi milliyetçiliği körükleyerek halkın desteğini almayı umuyordu, nihayetinde 19 Temmuz 1870’te Prusya’ya savaş ilan edildi. Savaş patlak verir vermez Enternasyonalistler bu savaşın gerçek içeriğini gözler önüne seren bir bildiri yayımladılar: “Siyasal hırs, bir kez daha, Avrupa’nın dengesi ve ulusal onur bahanesiyle dünya barışını tehdit ediyor. Fransız, Alman ve İspanyol işçiler! Seslerimizi, savaşı lanetleyen tek bir sloganda birleştirelim. … Bir üstünlük sorunu ya da bir hanedan yüzünden savaşılması, işçilerin gözünde, canice bir delilikten başka hiçbir anlama gelemez. Kan vergisinden para ödeyerek kurtulanların ve halkın başına gelen felaketleri sadece yeni spekülasyonlar için birer kaynak olarak görenlerin savaş yanlısı çağrılarını, bizler, barışa ve işe ihtiyaç duyan bizler, şiddetle protesto ediyoruz! … Almanya’daki kardeşler! Bölünmemizin tek sonucu, zorbalığın, Ren Nehri’nin her iki tarafında da kesin zafer kazanması olurdu. … Bütün ülkelerin işçileri! Ortak çabalarımızın şu anki sonucu ne olursa olsun, bizler, yani Uluslararası İşçi Birliği’nin sınırları tanımayan üyeleri, sizlere, hiç eksilmeyecek dayanışmamızın güvencesi olarak, Fransa’daki işçilerin iyi dileklerini ve selamlarını iletiyoruz” Sedan Savaşı’nda Prusya’ya esir düşmesi ise Bonaparte için yolun sonu oldu. Haber Paris’e 4 Eylül’de ulaştı, Parisli işçiler Bourbon Sarayı’nı işgal etti. O gün Üçüncü Cumhuriyet ilan edildi, ardından Prusya ilerleyişini durdurmak için Ulusal Savunma Hükümeti kuruldu. Bu hükümet çoğunlukla burjuvaziden oluşuyordu. Şaşırmamak gerek, o günün Parisli işçileri, genel olarak konuşursak, yurtsever Blankistler tarafından yönlendiriliyordu. Lenin şöyle yazıyor: “Burjuvazi o zaman, işçi sınıfının ulusun bağımsızlığı için yönetimi altında savaşacağı bir ‘ulusal savunma hükümeti’ oluşturuyordu. Gerçekte bu hükümet, görevini Paris işçi sınıfına karşı savaşımda gören bir ‘halka ihanet’ hükümetiydi. Ama yurtseverce yanılsamaları ile körleşen işçi sınıfı bunu anlamıyordu. Yurtseverlik fikri, 18. yüzyılın Büyük devrimine kadar çıkar. Bu fikir Komün sosyalistlerinin kafasını egemenliği altına aldı ve örneğin söz götürmez devrimci ve sosyalizmin ateşli yandaşı Blanqui bile gazetesi için la Patrie en danger! (Yurt Tehlikede!) burjuva çığlığından daha uygun bir başlık bulamadı! Bu iki çelişik amacın – yurtseverlik ve sosyalizm- bir araya gelmesi, Fransız sosyalistlerin ölümcül yanılgısını oluşturdu. Enternasyonal’in 1870 bildirgesinde Marks, yalancı ulusal görüşe kendini kaptırmasına karşı Fransız işçi sınıfını uyarmış bulunuyordu.” [1] 4 Eylül’ün ertesinde Ulusal Muhafız Birliği kuruldu. Eli silah tutan tüm Parisli işçiler bu birliğe yazıldılar. Muhafız birliği çoğunlukla silahlı işçilerden oluşuyordu. 18 Eylül’de Prusya Birlikleri Paris’i kuşatmaya başladı. Bu süreçte silahlı işçiler ile burjuva hükümeti arasındaki çelişkiler tamamen gün yüzüne çıkacaktı. Gerçekten de bu hükümet Paris’i halk için değil, sadece halkın efendileri için kurtarmak istiyordu. Burjuva hükümeti ile silahlı proletarya arasındaki düşmanlık, hemen açık bir çatışmaya dönüştü. 31 Ekim’de işçi taburları belediye binasını bastı ve hükümetin bazı üyelerini ele geçirdi. Bu çatışmalar kuşatma boyunca patlak verecekti. 28 Ocak’ta imzalanan ateşkes antlaşmasının ertesinde Ulusal Meclis için seçimlere gidildi ancak bu seçimler baskı altında yapıldı. İşçiler bu baskı altında seçimlere katılmayı reddettiler, hükümetin başına ise bir monarşist olan Thiers getirildi. 26 Şubat’ta Thiers Hükümeti Paris’in silahsızlandırılmasını da içeren ihanet dolu bir barış antlaşması imzaladı. General Trochu Paris’i Prusya’ya teslim etmiş, işçi sınıfına karşı egemenler birleşmişti. İşçi sınıfı ise buna sessiz kalmayacak, sokak sokak barikatlar kurarak Paris’i savunmaya hazırlanacaktı. 1 Mart 1871’de Prusya birlikleri Paris’in ancak küçük bir bölgesine girip zafer yürüyüşü yaptılar ancak daha fazla ilerleyemediler, işçiler Montmarte Tepesi’nde topları hem Prusya ordusuna hem de Fransız burjuvazisine çevirmişti. 18 Mart iplerin koptuğu gün oldu, Thiers Hükümeti silahlı işçileri dağıtmak için birliklerini Paris’e gönderdi. Saldırı haberini alan işçiler kenti savunmak için hazırlandı, kan akacaktı. Kentin her tarafında kızıl bayraklar yükseliyordu. O gün göğün fethe çıkarıldığı gün olarak tarihe geçti. Tüm Avrupa burjuvazisi işçi sınıfına karşı bir anda birleşti. Parisli işçiler 72 gün boyunca hem Prusya’ya hem de Versay’a kaçmış olan burjuva hükümetinin saldırılarına karşı yiğitçe direndi. 72 günün sonunda tüm Paris sokakları işçilerin kanıyla boyandı. Komün yenildi ama hafızalardan hiçbir zaman silinmedi. Parisli işçiler dünyaya ilk kez “emeğin ekonomik kurtuluşunu gerçekleştirmek için sonunda keşfedilen siyasi biçimi” verdiler. “Kızıl bayrak, yenenlerin de, yenilenlerin de görünmez oldukları bir düzeye yükselen Paris proletaryası idi. Komünün tarihsel büyüklüğünü yapan şey, onun son derece yüksek uluslararası niteliğidir. Her türlü burjuva şoven duygusuna karşı o, gözüpekçe bir meydan okumaydı. Tüm ülkeler proletaryası, bu işte yanılmadı. Varsın burjuvalar kendi 14 Temmuzlarını, kendi 22 Eylüllerini kutlasın. Proletaryanın bayramı, her yerde ve her zaman 18 Mart olacaktır.” Vive la Commune! 1. V.I Lenin, Lessons of the Commune, Zagranichnaya Gazeta, No. 2, March 23, 1908