ODTÜ TURNUSOL OLUYOR: BABACAN GERÇEKLERİ-DENİZHAN EREN

 ODTÜ’de bu salı Ali Babacan’ın Çatı restoranı bölgesinde öğrencilerle sohbet etmek ve kahve içmesi planlanacağı açıklanmıştı. Ama ODTÜ öğrencileri olarak AKP iktidarına uzun yıllar bakanlık yapan ve neoliberal saldırıların uygulayıcısı olan Babacan’ın geçmişini unutmadığımızdan, Babacan ve ekibini sert protestolar ile karşıladık. ODTÜ öğrencilerinin bu tavrı, son birkaç yıldır AKP’ye karşı birlik yalanları ile gençliği sahte vaatler ve göz boyamayla kandırmak isteyen burjuva siyasetçilere iyi bir ders oldu. Protestoya katılan öğrencilerden biri olarak bu konu üzerinde dönen önemli tartışmalara açıklık getirmek gerektiğini düşünüyorum. 

 ODTÜ’deki eylem hemen ülke gündemine oturdu. Sosyalizm ve liberalizm, sol sağ kavramları, Babacan’ın AKP ile ilişkisi ve birçok başka konu tekrardan sosyal medya üzerinden tartışılmaya başlandı. Twitter’da DEVA partililerin içinde konuşmacı olduğu sohbet odası üzerinden bu alevli tartışmalar devam etti. Elbette bu protestodan ders almak istemeyen Ali Babacan, DEVA partililer ve burjuva muhalefet bu protesto karşısında durup dönüp ‘nerede yanlış yaptık?’ sorusunu sormaktansa mağduru oynamayı tercih ettiler. Yapılan protestodan o kadar memnuniyetsizlerdi ki, trolleri kendilerini tutamayıp konuşma odasında öğrencilere ‘3-5 şımarık öğrenci’, ‘gerizekalı komünistler’, ‘ODTÜ’yü dozerle yıkalım’ gibi ifadeler kullanarak ‘ifade özgürlüğü’ maskelerini an an düşürdüler. ODTÜ’de olsun, Twitter üzerinden olsun veya DEVA partililerin açtığı sohbet odası üzerinden olsun, DEVA partililerin temelde solcular başta olmak üzere kendilerini protesto eden öğrencilere temelde yönelttiği suçlamaları şu şekilde sıralayabiliriz:

1- ODTÜ’de solcu öğrenciler Ali Babacan’ın ODTÜ’ye girip öğrencilerle konuşmasını engellemiştir, böylece Ali Babacan’ın ifade özgürlüğünü engellemiştir. Haklı eleştirileri olsa bile solcuların Babacan’a karşı ‘otoriter’ tavrı yanlıştır.

2- Babacan AKP döneminin bütün günahlarından sorumlu tutulamaz. Babacan AKP’nin yanlış bulduğu ve otoriter tavırlarına karşı parti içerisinde mücadele etmiştir, bu mücadele zemini kalmadığı zaman partisinden ayrılmıştır. Ayrıca Babacan’ın AKP döneminde yaptığı doğru politikalarda vardır, özellikle AKP’nin ilk yıllarında izlediği ekonomik politikalar Türkiye’yi olumlu etkilemiştir.

3- Muhalif öğrenciler bu protesto ile AKP’den kopup DEVA partisine sempatisi olan muhafazakârları korkutup AKP’ye karşı muhalefeti zayıflatıcı hareket etmiştir. Sağcısı olsun solcusu olsun bugün konsantre olunacak tek konu AKP iktidarının sonunu getirmektir. Solcu veya DEVA’ya karşı muhalif bir tavır takınan öğrenciler AKP’ye karşı olan bu muhalefete bir alternatif koymuyor, hayalci ve idealist davranıyorlar.

Bütün bu iddialar dikkatli incelendiğinde yüzeysel ve içi boş kaldığını farkediyorsunuz. Argümanlarını teker teker çürütmek gerekirse:

-Öğrenciler herhangi bir konuşmaya kaba kuvvetle engel olduğu doğru değil. ‘Konuşturmama’ meselesinde öğrencilerin ağzından çıkan bir cümleyi cımbızlayıp yaygara koparanlar gerçekte nasıl bir protesto gerçekleştirildiğini görmezden geliyor. Öğrenciler zaten Ali Babacan’ın içeri gelmesini bekliyordu, öğrenciler onu geldiği yerde protesto edecekti, bu protesto fiziksel bir engelleme de içermiyordu, bunu zaten Babacan ile buluşmayı ayarlayan DEVA’lı öğrencinin kendisi Twitter’da sonradan açılan sohbet odasında söyledi. Ama DEVA’lılar bunun bile olmasından, seçim öncesi kötü görüntü vermekten çekindikleri için önce sürekli buluşma yerini değiştirmeye çalışıp protestocuları atlatmaya çalıştı ama öğrencilerin Babacan’ı protesto etmesindeki kararlı tavrı onları etkinliği iptal ettirmeye itti. Babacan (daha sonra aynı Twitter odasında kendisinin de dediği gibi) isteseydi ODTÜ’ye gelebilirdi ama gelmedi. Bir fiziksel engelleme de yokken, madem Babacan bu kadar püripak, madem hiçbir eleştiriden çekinmiyor, neden ODTÜ’ye gelmekten vazgeçti? Gerçek şu ki, Babacan ODTÜ’de kendisini destekleyecek bir kitle bulamadı, protesto eden ODTÜ’lü öğrencileri ise karşısına almaya cesaret edemedi. İşte öğrenciler Babacan’ı ODTÜ’den bu şekilde ‘kovdu’. Elbette protestonun siyasi içeriği ODTÜ öğrencilerinin bir kısmı katılmışken bir kısmı eleştirmiş olabilir. Ama DEVA partililer ve muhalefetin ‘ifade özgürlüğü’ ifadesine sığınması tamamen çarpıtma ve mağdur edebiyatına dayalı.

– İfade özgürlüğü demişken Babacan’ın kendisi iktidardayken bu ifade özgürlüğüne ne kadar saygı duyduğuna bakabiliriz. ODTÜ öğrencileri AKP iktidarında yıllardır polis şiddetiyle karşı karşıya kaldı. Gezi protestolarından, ODTÜ ormanlarının kesilmesinden, atanmış rektör protestosuna kadar öğrencilerine verilen karşılık cop ve biber gazı oldu. Hatta ODTÜ öğrencisi Ahmet Atakan Antakya’da ODTÜ’deki eylemlere ve Gezi Parkı protestosuna destek veren bir yürüyüş sırasında öldürüldü (meşhur gezi davasında Ali Babacan gezi davacılarından biriydi!). Bunlar Babacan döneminde ODTÜ’de yaşanan baskı ve şiddet politikalarından sadece birkaçı, aynı dönemde Türkiye’nin genelelinde yaşanan hukuksuzluklar, facialar, katliamlar da sayabiliriz. O sırada hâlâ AKP içinde olan Babacan AKP hükûmetine karşı bir mücadele verdi mi, AKP’den ayrıldıktan sonra bu konularda herhangi bir öz eleştiri verdi mi? Tabii ki hayır. Az buz değil,18 senedir AKP’nin içinde siyaset yapan Babacan bu konuda bir sorumluluğu olmadığı konusunda gerçekten kimi inandırabileceğini sanıyor? Babacan ve onu destekleyen siyasetçiler istiyor ki alternatif bir Babacan tarihi yazalım, sırf AKP’den değil diye artık gençlik ve emekçiler kendilerine atılan bütün bu kazıkları unutsun. Ama daha 2018’de cumhurbaşkanı adaylığına Gül’den sonra Erdoğan’ı destekleyerek günümüzdeki tek adam rejiminin fiiliyata geçmesinde büyük katkısı olmuştu! Babacan ve tayfasının ‘ifade özgürlüğünü’ söylemi bu yüzden ODTÜ öğrencileri üzerinde bir samimiyet yaratmayı başaramadı.

 Babacan’ın Türkiye geçmişte yaptığı kazıklardan biri de yaptığı özelleştirmelerdir. Telekom, Tüpraş, Petkim, Tekel gibi ülke istihdam ve üretiminin en önemli kuruluşları Babacan döneminde özelleştirildi. Babacan’ın hâlâ görevde olduğu 2015 yılına kadar yaklaşık 50 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. Özelleştirmelerin kötü olmadığını, özelleştirilen kârı arttırdığını savunan DEVA partili siyasetçiler, bu yerlerin zaten özelleştirildiğinde kâr eden yerler olduğundan, bu özelleştirilen yerlerin gittikçe zarar ettiği veya kullanılmaz hale getirildiğinden bahsetmiyorlar. Dahası bu özelleştirilen yerlerde işçilerin alım güçleri, güvenceli çalışma koşulları eskisinden daha da törpülenmiş durumda. Daha da ileri iddialarla üniversitelerin ve okulların özelleştirilmesini savunan DEVA’lılar, Nişantaşı, Bilgi, Koç Üniversitesi gibi özel üniversitelerde araştırma görevlilerin veya işçilerin ne yoğun sömürü altında güvencesiz şekilde çalıştığına bakabilirler. Daha yeni Nişantaşı Üniversitesi’nde aralarında eşit işe eşit ücret talebiyle dilekçe verenlerin de bulunduğu 20 dolayında araştırma görevlisi  “Performans düşüklüğü” yalanıyla işten çıkarıldı. Özel okullarda ise öğretmenlerin resmen ücretli köle gibi çalıştırıldığını herkes biliyor. Bütün bu özelleştirmeler, gelir eşitsizliğinde uçurumu arttırmaktan, eğitimi daha da kalitesizleştirmekten ve zengine yakın, yoksula uzak bir eğitim sistemi yaratmaktan başka bir işe yaramadı. Yani Babacan’ın AKP döneminde ekonomiye olumlu bir katkısı yoktur ama halkı sefalete süren ekonomik politikalarında ve tek adam rejiminin yaratılmasında büyük bir katkısı vardır.

-AKP’nin karşısında hangi ideolojiye sahip olduğu farketmeksizin herkesi içine alan geniş bir cephe oluşturalım fikri aslında Millet İttifakı’nın söylemi. Yani açıktan olmasa da millet ittifakının sadece ODTÜ’de değil Türkiye’nin dört bir yanında halka söylediği ‘hatalarımızı görmeden gelip bizi destekleyin, önce AKP’den kurtulalım’ mesajı verilmek isteniyor. Evet, gençlik ve emekçilerin bugün karşısındaki en büyük problemlerden biri Erdoğan ve AKP rejimidir ve gitmelidirler. Ama AKP iktidarının yerine ne konacak? Ali Babacan ve Millet ittifakı gençliğe ne vaat ediyor? Aslında TÜSİAD’ın desteklediği, Babacan’ın da AKP’nin ilk yıllarında uyguladığı neoliberal, emekçi düşmanı politikalardan başka bir şey değil. Yani özelleştirmelerin devam ettiği, emekçilerin alım gücünün düşmeye devam ettiği, sendikal haklarının törpülenmeye devam ettiği, güvencesiz çalışma ve yaşama koşullarının arttığı (Örneğin kamusal emekliliği ortadan kaldırmak için uydurulan zorunlu bireysel emeklilik sistemi (BES) Babacan döneminin icadıdır. Ya da 2009 kriziyle birlikte TÜSİAD’ın gündeme getirdiği kiralık işçi bürolarının da yılmaz savunucusuydu), gençliğin güvencesiz koşullarda çalışıp gelecek kaygıları yaşamaya devam ettiği, rant adına bütün yeşilliklerin betonlaştırılmaya devam ettiği ve daha sayabileceğimiz daha birçok talan ve yağma politikasının AKP’den sonra da devam ettiği bir düzen isteniyor, sadece bunu AKP kadar vahşice veya her şeyin tek adamın sözüne bakılarak yapıldığı bir yönetim altında değil, burjuva demokrasisine göre daha ‘kabul edilebilir’, daha ‘liberal’ bir yönetim biçimi altında yapılsın istiyorlar. Elbette gençlik ve emekçiler bunun olmaması için Millet İttifakı’nı sokaklarda, üniversitelerde, fabrikalarda veya farklı yerlerde protesto ettiğinde ise yeni hükûmet hızlıca ‘liberalizmi’, ‘ifade özgürlüğü’ gibi hoş kelimeleri bir kenara atacak, baskı ve yasaklar artacak. Yani AKP döneminin bir benzerini sil baştan yaşayacağız, tıpkı bir zamanlar AKP’nin liberal demokratik bir Türkiye vaat edip daha sonra onları eleştiren muhalefet karşısında hızla otoriterliğe savrulması gibi.

 AKP’nin tabanını kazanmaya gelince, onları yaşam tarzlarına hitap etme üzerinden yarım yamalak, samimiyeti düşük bir politikayla kazanamazsınız.  Laik-muhafazakâr, Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi kültürel ayrımlar üzerinden yapılmaya devam eden bir siyaset AKP’nin genelde ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor, başka türlü olsaydı zaten AKP 20 yıldır iktidarda olmazdı. AKP’ye oy veren emekçileri kazanma yolu yarattıkları talan düzeninde karşı emekçilerin yanında saf almak, emek merkezli bir toplumsal eşitlik mücadelesi vermektir. Mesela işyerindeki grevlere destek, sendikalaşma mücadelesi, iş cinayetlerine karşı tepki vermek bu mücadelenin bir parçasıdır. Ama sadece bu yetmez çünkü emek siyaseti, bazı politikacıların yaptığı gibi yuvarlak bir dille işçiden-köylüden bahsetmek ve onların haklarını savunuyor gibi yapmak değildir, emekçileri sömüren patronları da karşına hedef olarak almaktır. Yani bu sömürü düzeninin merkezinde olan ve Babacan’ın da yanında olduğu TÜSİAD, MÜSİAD gibi sermayeler karşısında taraf olmaktır. Çünkü kıdem tazminatına göz diken, işsizlik fonunu yağmalayan, grevleri yasaklayan, ülkeyi ucuz emek cehennemine dönüştüren, SOMA gibi facialara yol açan, açan hem AKP hem de patronların bu danışıklı dövüşlü ikili iktidarıdır. Eğer emek merkezli toplumsal eşitlik mücadelesi ülkenin ana gündemi haline getirilebilirse, kimlik veya yaşam tarzları üzerinden suni gündemler etkisini kaybedecek ve halkın gerçek gündemleri ön plana çıkacak, vahşice sömürülen, örgütsüz, dar gelirli, yoksul emekçi milyonlar sermaye düzenine karşı bu taraflaşma ile AKP’den kopacaklardır.

 ODTÜ öğrencileri dahil Türkiye’de gençliğin sorunlarına çözüm Babacan gibi eski kirli politikacılar ve onların sahte vaatleri değil sömürü düzenini karşısına alan ve seçimle sınırlı kalmayan geniş bir emek cephesinin yaratılması olacaktır. ODTÜ Marksist Fikir Topluluğu olarak amacımız böyle bir alternatif için elimizin taşın altına koymaktır. Bunun için de ODTÜ öğrencileriyle ve emekçileriyle birlikte kirli politikacılar dahil bu yağma düzeni ve temsilcileri karşısında mücadeleyi sürdüreceğiz.