Türkiye’de Faşizm -Oğuz Kaplan

Faşizm; derin bir kriz içine girmiş, işçi sınıfının devrimci hareketinin varlığı altında tehdit altında hisseden kapitalizmin toplumsal muhalefeti hücrelerine kadar parçalamak ve krizini emekçi sınıfları demir sopa altında kölece çalıştırarak aşmak için kullandığı egemen sınıfların olağanüstü bir rejimidir. Faşist hareket ise iktidarda egemen sınıflar çıkarına çalışmakla birlikte küçük burjuva bir tabana dayanan, sokak örgütlenmesi üzerinden bir güç oluşturan, ırkçı, ezilen grupları toplumun günah keçisi haline getirmeye çalışan özünde aşırı sağcı bir çete örgütlenmesidir. Dünyada ilk örneği Benito Mussolini’nin Ulusal Faşist Partisi ile ortaya çıkan ve Almanya’da kapitalistlerin Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht’in önderliğindeki devrim hareketini bastırmak adına desteklediği Adolf Hitler ile beraber faşizm dünyada zirveye ulaşmıştır. Türkiye’de faşizmin toplumun her kesiminden insanın kanıyla katliamlarla insanlık karşıtı fikirler ile dolu bir tarihi vardır. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de burjuva düzen ne zaman dara düşse toplumsal muhalefeti bastırmak adına bu katil faşist çeteleri devreye sokulmuştur. 30 ve 40’lı yıllarla beraber dünyada yükselen Alman faşizmi ve Turancı düşünce ile yeniden 1946 yılında revize edilip tekrar kurulan MTTB, DP hükümeti ile 6-7 Eylül olaylarında azınlıklara yapılan katliamlarda ön saflarda bulunmuştur ve ardından 60’lı yıllar ile Türkiye’de yükselen komünist hareket ile beraber MTTB kabuk değiştirerek Türkİslam sentezi adı altında bir yapıya bürünerek İslamcılar ve faşistlerin birlikte var olduğu bir örgüt olmuştur. MTTB’nin isminin öne çıktığı saldırıların en çarpıcı olanı ise kesinlikle 6. Filo ve Kanlı Pazar olaylarıdır. 68 hareketinin emperyalizme karşı mücadele verirken solculara saldıran faşistler ve İslamcılar kolkola MTTB olarak ABD emperyalizminin yanından saf tutmuştur. 60’lı yılların son demlerinde gelindiğinde ise özellikle MHP’nin kuruluşu ile beraber faşist çeteler aktif şekilde sokağa salınmıştır. Faşist sokak çetelerinin örgütlenmesindeki hızlanma şüphesiz Ülkü Ocakları’nın kuruluşuyla ilişkilidir. Bu dönemle beraber faşist çetelerin çevresi genişlemiştir. Bu çetelerin mensupları komando kampı adı verilen faşist kamplarda eğitilip egemen sınıfın kirli işlerini yapmak için sokağa salınmış; burjuva düzeni korumak için devrimcilere, ezilenlere, emekçilere, kısacası halkın mücadeleci bütün unsurlarını hedef alan saldırıların, katliamların yürütücüsü haline gelmiştir. Maraş, Bahçelievler ve 16 Mart, bu katliamların en çarpıcı örneklerinden olmuştur.  

 

1978 MARAŞ KATLIAMI  

Egemen sınıf tarafından Sünni-Alevi çatışması olarak lanse edilmeye çalışılan Maraş katliamı temellerinde çok daha farklı dinamiklerin olduğu kanlı bir saldırıdır. Yükselen işçi sınıfı hareketi ve devrimci mücadele karşısında egemen sınıflar faşist hareketin saldırılarını hızlandırmış; 1978 ve sonrası faşist terörün kol gezdiği, çatışmalar içinde halkın yorulmak istendiği bir dönem olmuştur. Bu çerçevede egemen sınıflar Maraş’ta, Çorum’da faşist hareketin katliamlar örgütlemesine yol vermiştir. Bu katliamlar sırasında polisinden askerine bütün kolluk güçleri Alevi halkın, solcuların, devrimcilerin vahşice katledilmesinin izlemekle yetinmesi bile bu saldırıların ülkücü faşistlerin kendi başına örgütlediği katliamlar olmadığının kanıtıdır. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’den müdahale adına bir şeyler yapılmasını isterken Kenan Evren yeterlü güçleri olmadığı bahanesi ile bu isteği reddetmiştir.  

1978 BAHÇELIEVLER KATLIAMI VE 16 MART KATLIAMI  

Faşist hareketin kanlı saldırılarından biri olan Bahçelievler katliamında, devletin ilerideki kirli işlerini de üstlenecek olan Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı’nın da aralarında bulunduğu faşistlerin, TİP üyesi gençlerin bulunduğu evi basarak devrimci gençleri vahşice katletmiştir. 1978’de faşist hareketin bir kanlı eylemi de İstanbul Üniversitesi Merkez binası önünde 16 Mart tarihinde gerçekleştirmişti. Faşist saldırılara karşı okuldan birlikte çıkan solcu öğrencilerin üstüne faşist çeteler bomba atıp öğrencilere ateş açmıştır. Faşist saldırıda 7 öğrenci yaşamını yitirirken buna karşılık 2000 öğrenci okulun işgali konusunda kesin karar almıştır. Katliamın ertesi günü içinde emekçilerin, öğrencilerin, sendikacıların, barolar ve meslek odalarının bulunduğu dev bir cenaze töreninin ardından 20 Mart 1978 günü DİSK ve diğer sendika gruplarının katılımı ile beraber birçok kentte yüzbinlerce insan polisin de engele olamadığı bir şekilde tarihe “Faşizme İhtar Yürüyüşü” olarak geçecek protestolara başlanmıştır. Bu protestolarda da görüldüğü gibi örgütlü işçi sınıfı önderliği ile beraber devrimci gençliğin beraber öreceği bir anti-faşist hareketin; ideolojik olarak çok daha sağlam, kararlı ve başarılı bir mücadele ortaya koyacağı apaçık ortadadır. Günümüzde de faşist hareket; milli duygular adı altında sağcı gençleri manipüle etmeye ve onları insanlık dışı ırkçı fikirler ile onları zehirlemeye çalışmaktadır. Bu çetelerin bütün bu çabalarının gerisinde egemen sınıflar adına ülkede gelişebilecek her türlü muhalefetin önüne set çekmek derdinden başkası yoktur. Üniversitelerdeki özgür düşünce ortamını yok etmek için baskı yapmakta, hakkını arayan öğrencileri kendilerine düşman belleyerek onlara hayatı dar etmek için çabalamaktadırlar. Düşünün yemekhane zamlarına karşı eylemleri bile okul güvenlikleri ile beraber sabote etmeye çalışmakta; insanların nasıl giyindiğine, ne müzik dinlediğine, Ramazan’da oruç tutup tutmadığına kadar karışmaktadırlar. Faşist çetelerinin yoğun bir şekilde baskılamaya çalıştıkları ve kanlı eylemlerini üstlerinde devam ettirdikleri bir diğer grup ise ezilenlerdir. İzmir’de genç 3 Suriyeli işçinin yakılarak canice katledilmeleri, Akdeniz üniversitesinde kampüs içinde 3 Kürt öğrencinin 30 kişi tarafından ırkçı bir saldırı sonucu ağır şekilde darp edilmesi günümüzde yaşanan ırkçı-faşist düşüncenin saldırgan eylemlerin çarpıcı örneklerinden bazılarıdır. Baskılara, ırkçı saldırılara ve burjuva düzenin muhalif her sese karşı tahammülsüz tutumuna karşı biz gençliğe düşen en önemli görev, bu çetelere karşı örgütlenerek işçi sınıfı ile beraber sadece üniversitelerde değil yaşamın her alanında anti-faşist bir mücadele örmektir. Günümüz burjuva sistemin bize dayattığı çağ dışı eğitime karşı özgür, parasız, bilimsel eğitimin olduğu bir üniversite mücadelemizde de faşist çetelerin baskı ve zulüm düzeni ortadan kaldırmak için işçi sınıfı ile beraber yürütülecek mücadelede de daha önce bahsettiğimiz Faşizme İhtar Yürüyüşü gibi örnek bizim için yol gösterici olacaktır.