Uluslararası Gençlik Hareketleri-Atilla Aliyev

 

 Toplumu incelerken, her ne kadar bütünsel bir kavram çatısına işaret edilse de, toplum diye yekpare bir yapı yoktur. Toplumsal sınıflar, gruplar, kastlar ve kimlikler toplum dediğimiz çatıyı oluşturur. Tüm farklılıklara ve heterojen karakterine bakmayarak toplumun tarihsel motorunu hareket ettiren sınıfsal çelişkilerdir. Çatı altındaki tüm sınıflar ve gruplar ana iki sınıfın oluşturduğu alternatifler çerçevesinde hareket ederler. Son çözümlemede, bireyler ve gruplar arasındaki ilişkileri şekillendiren içine doğdukları toplumsal dokulardır.
“Gençlik”, bir sınıf olmaktan öte, toplumsal kesittir. Kendi içinde farklı sınıfsal karakterleri barındırıp belirli bir yaş grubunu ifade eder. Fakat, her ne kadar başlı başına bir sınıf olma özelliğinden yoksun olsa da, sınıfsal çatışmaların oluşturduğu ve biçimlendirdiği alanın dışında yer alması mümkün değildir. Kapitalizmin periyodik olarak yaşamaya müptela olduğu kriz dönemleri toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfında olduğu gibi, çoğunluğu emekçi ailenin çocukları olan liseli ve üniversitelilerde de toplumsal öfkenin artmasına neden oluyor. Genç proleterleşme, işsizler ordusuna eklenen üniversite mezunları olguları kendini kitlesel şekilde ortaya koyuyor. Marx’ın dediği gibi, “bir bütün olarak toplum iki büyük düşman kamp, doğrudan karşı karşıya gelen iki büyük sınıf, burjuvazi ve proletarya arasında gittikçe daha fazla bölünüyor”. Kapitalizmin inişe geçtiği ve tarihsel olarak ilerici niteliğinin kaybedildiği zamanlarda, ideolojik bombardımanlarla kendi hegemonyasını devam ettirmeye çabaladığı gözlemlenebilir. Kapitalizm kendisini tehdit etmeyen gençlik ister. Bu yüzden, gençlerin maruz kaldığı alanlara ideolojik saldırılar gerçekleştirilir: bilimsel çalışmalar, aile kuramı, millet, din, ırk, mutluluk, erdem ve başka akıla gelebilecek tüm alanlar kapitalist hegemonyayı yeniden üretmek için birer amaca dönüşür. Fakat, kriz dönemlerinde yükselen işçi örgütlenmeleri ve eylemleri gençliği kendi etki çerçevesinden uzakta tutmaz. Kapitalizmin ideolojik saldırılarına karşı bolca mücadele olanağı vardır. Mesela, kapitalizmin gençlik üzerindeki bilinç kaydırmalarına karşı Marksist Fikir Toplulukları Federasyonu bu mücadelenin en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır.
Kapitalist egemen yapı, yükselen gençlik hareketlerine karşı yüzeysel bakıldığında zıt gibi görünen iki cepheden saldırı gerçekleştirir: milliyetçilik ve bireycilik. İkisinin de temel karakteri bölünmüş ve parçalı bir düzen algısı sunarak bütünsel bakışı engellemek. Gençlik hareketlerinin proleter enternasyonalizm çizgisinde olması sermayeye en büyük tehditlerden birini oluşturur. Ne yazık ki sermayenin oluşturduğu bu karşı-devrimci cephe, her ne kadar bulanık olsa da kendini komünist ve “sol”da konumlandıran oluşumlarda da gözlemlenmektedir. Bu yazımda, uluslararası gençlik hareketlerini değerlendirmeye çalışacağım.

 

1968 Öğrenci Hareketleri

“Yalnızca iki dünya devrimi olmuştur: ilki 1848, ikincisi ise 1968’de. İkisi de birer tarihsel yenilgiydi ama ikisi de dünyayı dönüştürdü.” der Wallerstein. Ne kadar eksik bir tanımlama olsa da, 1968’in önemini göstermesi açısından örnek verilebilecek bir alıntıdır. 1968 hareketlerinin üzerinden 54 yıl geçmektedir. Fakat hala, 68’in ruhu gençlik ve işçi sınıfı üzerindeki motivasyonları sağlamakta, 68’den alınan dersler günümüz mücadele çizgisine ilham olmaktadır. 1968’den alınması gereken birçok politik ders vardır. Bunları aydınlatmadan, “neden başarısız oldu” sorusuna cevap vermek olanaksızdır.
1968 Fransa’sına gelmeden önce, 50’lerin sonu ve 60’ların ilk döneminde özellikle ABD’de Vietnam Savaşı karşıtı gençlik hareketleri artış göstermekte, sistem karşıtı eylemlerde artış gözlenmekte ve hippiecilik gibi kendini anti-kapitalist olarak sunan yeni akımlar ortaya çıkmaktadır. Genellikle orta sınıf hareketi adlandırabileceğimiz bu “sistem karşıtı” eylemler 1968 Mayıs’ında Fransa’da zirveye ulaştı. Birkaç aydır Nantterre Üniversitesi’nde polis ve öğrenciler arasında çatışmalar, hükümetle gençler arasında gerilimler yaşanıyordu. Bunlardan en önemlisi, 22 Mart 1968’de, bazı solcu öğrencilerin tutuklanmasının ardından yaşandı. Tutuklanan öğrencilerin yoldaşları amfide toplantı düzenlediler ve ardından Üniversite Konsey odasını işgal etmeye karar verdiler. Ajitasyon çerçevesini genişlendirmek ve daha ileri taşımak için 22 Mart Hareketi (M22) kuruldu. Birkaç yüz kişiyle başlatılan isyan dalgası 1 hafta sonra binleri buldu. Üniversite duvarları “Profesörler: hem siz hem de kültürünüz ihtiyarlamış”, “Yaşamamıza izin verin”, “Rüyalarınızı gerçeklik olarak kabul edin” sloganları ve afişleriyle kaplanmıştı. 2 Mayıs günü, Üniversite’nin dekanı Pierre Grappin, Üniversite’nin kapatılmasına karar verdi. Üniversite’nin kapatılmasını protesto etmek için Sorbonne Üniversitesi’nin bahçesinde toplantı aldı. Final dönemi olduğundan toplantıya sadece 300 kişi katılabilmişti. Toplantı sonrası mitin çağrısı yapıldı. Üniversite yetkilileri, sağcı grupların olayı provoke etmek amacıyla saldırı düzenleyeceği iddaalarını bahane ederek polisi içeri aldılar. Yapılan görüşmelerin ardından, kadın ve erkeklerin ayrı-ayrı ve 25 kişilik gruplar halinde çıkmasına izin verdi. Kadın öğrencilerin dışarı bırakılmasına rağmen, ilk erkek grubu çıkar çıkmaz polis gözaltı araçlarına bindirildi. İlk polis münübüsü St Michel Bulvarı’na ilerlerken önleri öfkeli öğrenci kalabalığı tarafından kesildi. Polis göz yaşartıcı gaz kullandı ve insanlar gazın etkisiyle dağılmaya başladı. Öğrenciler, gözaltı araçlarını durdurmak için tekrar bir araya gelerek araçların önlerini kesmeye başladı. Etraftakı liselerden, üniversitelerden, cafe ve kitapçılardan binlerce genç sokaklara akmaya başladı. Polis her defasında göz yaşartıcı gaz ve biber gazı kullanmasına rağmen, gaz etkisiyle dağılmaya başlayan kitle tekrar bir araya geliyordu. Hükümet ve hükümet yanlısı medya her defasında “küçük marjinal gruplar”ı hedef gösterse de, toplumsal öfke küçük üniversite çevresiyle sınırlı kalmayarak liselere, fabrikalara ve işyerlerini de kaplamıştı. Eylem komiteleri ve Öğretmen Sendikası’nın düzenlediği ve çok sayıda liseli, öğrenci, genç işçi, öğretmenleri kapsayan bir grup 6 Mayıs günü Denfert-Rocherau bölgesinde bir grup toplandı. Yaklaşık 20.000 kişiyi kapsayan gruba polis coplarla kitleye saldırmaya başladı. Toplanan grup yerdeki taşları, metal çubuklarıyla polise doğru fırlatmaya başladı ve polisi geri çekilmeye zorladı. Eylemler gittikçe Paris’in her yerine yayılmaya başlıyordu. Genellikle Fransa’nın ulusal marşı olan La Marseillaise’in duyulduğu Zafer Takı’nda artık Enternasyonal marşı yankılanıyordu. Hükümet 10 Mayıs’ta Nanterre’i tekrar açtığını duyuyarak bir hoşgörü ve iyi niyet gösterisi yapmak istedi. Öğrenciler kampüse geldiklerinde CRS (Fransız Çevik Kuvveti) hala okuldaydı. Cuma akşamı Seine Nehri’nin Sol Kıyısı’nda büyük bir kalabalık toplandı. Nehrin diğer tarafına yürüyüş planlansa da, tüm köprüler CRS tarafından tutulmuştu ve kalabalık Latin Mahallesi’ne kıvrıldı. Sokaklarda eylemciler barikatlar kurmaya başladı. Gece yarısı, üç öğrenci ve üç öğretmenin oluşturduğu bir delegasyon Sorbonne rektörüyle görüştü. Delegasyon şu 3 taleple gelmişti: polis mahalleden geri çekilsin, Sorbonne Üniversitesi yeniden açılsın ve tutuklular serbest bırakılsın. Fakat rektör Sorbonne’un açılacağı sözünü verirken 3 Mayıs’ta tutuklanan öğrencilere dair bir söz vermedi. Sabaha karşı saat 2:15 sularında, polis eylemcilere saldırıya başladı. Çok şiddetli çatışma yaşandı ve iki tarafta da yüzlerce kişi yaralandı. Ardından, itiraz dalgası Fransa’nın neredeyse tüm bölgelerine yayıldı ve kitle gösterileri ve eylemler yapıldı: üniversiteler işgal edildi, meydanlar eylemcilerle dolmaya başladı. 13 Mayıs günü Sendikalar bir günlük grev ve protesto gösterisi çağırısında bulundular. 1 milyondan fazla insan Paris’e doğru yürüyüşe geçti ve CRS uzakta durarak sadece izlemekle yetindi. Hükümet geri adım atmıştı. Başbakan tutukluların serbest bırakılacağını ve Sorbonne’un açılacağını duyurdu. Sendikalar “normal” düzene geçildiği için memnundu. Fakat öğrenciler ve işçiler bu kadar ileri gitmişken sendikaların ve bürokrasinin gericiliğine kapılıp geri durmak istemiyorlardı. Yeniden açılan Sorbonne Üniversitesi, öğrenciler tarafından işgal edildi ve “Kurucu Meclis” kuruldu. Pek çok işçi bir günlük grevle tatmin olmadıklarını ifade ediyorlardı. Ayın 16’sında 16 50 fabrika işgal edilmiş ve 17 Mayıs günü 200.000 işçi greve çıkmıştı. 18 Mayıs günü 2 milyonu bulan grevci sayısı beş gün içinde 10 milyona ulaştı.
Artık kitlesel eylemler Fransa’da olağan hal almıştı. Genel grevlerle neredeyse tüm hayat durmuştu. Fransa ulusal burjuvazisi ve devleti büyük tehlikeyle karşı karşıyaydı. Muazzam boyutlara ulaşan isyan dalgası gençliği ve işçi sınıfını kapitalist egemenliğe karşı birleştirmişti. Sınıf mücadelesinin geriye çekildiği ve burjuva ideolojik hegemonyasının toplumu ihtiva ettiği gericilik dönemlerine nazaran sadece birkaç hafta içerisinde işçi sınıfının bilinci geçen on yıllardakinden daha fazla ileriye sıçramıştı. Gençliğin coşkusunu ve hırsını işçi sınıfının örgütlü gücüne kattığı ve kapitalizmin ölümle yüz-yüze geldiği anlar yaşanıyordu. Yaşanan isyan dalgaları tek ülkede sınırlı kalmayarak dünyanın dört bir yanını sarmıştı. 68 dönemi Türkiye ve diğer ülkelerin gençliğini ve işçi sınıfı mücadelesini önemli derecede etkilemiştir. Fakat, o dönemin tarihsel faktörleri Türkiye’de olduğu gibi Fransa’daki isyanın kapitalizmi tarihin tozlu sayfalarına gömmeğe engel oldu. Stalinist KPler (Komintern’e üye olan Komünist Partiler) ve sendikalar işçilerin iktidarı hedefleyen bilincini ve taleplerini geriletmeye çalışarak karşı-devrimci bir tavır aldılar.
   Fransa 68’ne Stalinizmin ihanetleri
Bazı Stalinistler 1968’e gelindiğinde SSCB’de destalinizasyon sürecinin tamamlandığını ve “reformist” anlayışın hakim olduğunu iddaa edebilir. Ancak, Marksistler toplumsal olguyu incelerken ona üretim araçları ve maddi ilişkiler üzerinden bakarlar. Stalin döneminde işçi sınıfının devlet aygıtından kenarlaştırılarak bürokratik sınıfın egemen olması Stalin öldükten sonra değişmedi. SSCB’nin devlet kapitalizmi her ne kadar destalinizasyon adlandırılsa da kendinden sonraki döneme kendi mirasını bıraktı. Yani, Stalinizm Stalin’in hayattayken teorize ettiği anlayışlar ve uyguladığı eylemlerle sınırlı bir olgu değildir. Stalinizmin egemen olduğu KPler dünya devrimi perspektifini bir kenara bırakarak Moskova’nın emir kulu aracı olarak faaliyet gösteriyorlardı. Ana Vatan SSCB söylemi Komünist Partilerin ve sendikaların SSCB’nin diplomatik ilişkilerini başlıca hedef olarak yansıttığından stalinizm dünya işçi sınıfına ihanet etmekle meşguldu.
Daha eylemler şiddetli hal almadıktan önce, 26 Nisan’da FKP (Fransa Komünist Partisi) merkez komite üyesi Pierre Juqin, Naterre’de bir toplantı düzenledi ve “Ajitatörler işçi çocuklarının sınavları geçmesini engelliyorlar” dedi. FKP’nin merkez organı l’Humanité’de Komünist Parti’nin 2 numaralı adamı Georges Marchais ise “Bu sahte devrimcilerin maskeleri enerjik bir biçimde düşürülmelidir çünkü onlar objektif olarak Gaullist iktidara ve büyük kapitalist tekellere hizmet ediyorlar” diye yazıyordu. FKP ve parti kontrolündeki sendika “patronların ve içişleri bakanlığının maaşa bağladığı solcu provakatörlere karşı” lanetlemeler okusa da, özellikle genç işçilerin başlattığı grev dalgasını kabul etmek zorunda oldular. Öğrencilerin ve işçilerin hızla ileri doğru sıçrayan bilinci ve talepleri karşısında FKP ve sendikalar gerici rol tutunmakla yetiniyorlardı. Hükümetin artan eylemler sonucunda çökmekte olduğu dönemde tekrar seçim çağırısı yapıldı. Sol Demokrat ve Sosyalist Federasyonu’nun başkanı François Mitterand bir basın toplantısı düzenleyerek Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı. Öğleden sonra Waldeck-Rochet, Fransız Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri, “Komünist katılımlı” bir hükümet kurulması önerisini yaptı: resmi KP için sosyal demokratların durumdan tek başlarına faydalanmalarını önlemek önemliydi. Bir gün sonra, 29 Mayıs’ta, CGT (Genel Emek Konfederasyonu) düzenlediği büyük eylemde “halk hükümeti” çağrısı yaptı. İşçiler seçimlere güvenmiyorlardı: grevi devam ettirmek, kapitalist egemenliği devrimle yıkmak istiyorlardı. Fakat, KP ve onun başını çektiği bazı “sol örgütler”, işe dönüş çağırısı yapıyorlardı. Burjuva egemen düzenin kendine gelmesine çabalarken kendi karşı-devrimci tavırlarını “işe dönelim ki seçimler gerçekleştirilip işçi sınıfının zaferi tamamlansın” diyerek meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. Fakat seçimlerin sonucunda, sağ tarihsel bir zafer kazandı. De Gaulle’yi ve burjuvaziyi tarihe gömmek an meselesiydi. Fakat, liderlik öncülük etme potansiyelinden uzaktı. Onlar bürokrasinin çıkarlarını korumakla meşgulken, işçilerin iktidara yerleşme momentini sadece izleyerek yetinmiyorlar, üstelik onları geri çekmeye çalışıyorlardı. The Economist, 1968 Haziran’ında şöyle yazıyordu: “De Gaulle, devletin dimdik ayakta olduğunu ilan ettiğinde Komünistler neredeyse rahatlamış görünüyorlardı.”
Fransa işçi sınıfı burjuvaziyi yerle bir edip iktidara yerleşemese de, öğrencilerin ve işçi sınıfının bu birlikte mücadelesi dünya proleteryası ve marksistler için bir ders niteliği taşımakta ve onlara mücadelenin genişletilmesi için ilham vermektedir. Stalinizmin dünya devrimine ihanetleri 1968 Fransa örneğinde bir daha kendini göstermektedir. İşçilerin devrimine öncülük edecek bir mekanizmanın olmayışı, Fransa 68’ni başarısızlıkla sonuçlandırdı diyebiliriz.

 

 

 İran Halk Ayaklanması ve Öğrenci Hareketleri
Karl Mannheim’in dediği gibi, büyük tarihsel değişim dönemleri mevcut siyasi iktidarların politikaları ve dünya görüşleri ile ilişki kuramayan siyasi nesillere tanıklık etmektedir. Nitekim İran İslam Devrimi de kendi çizgisiyle bağdaşamayan genç kuşağı beraberinde getirdi. Devrim sonrası doğan genç kuşak baskı, sömürü ve zülume gözlerini açtı. Kapitalist molla rejimi iktidara geldiği andan işçilere, gençlere, kadınlara ve ezilen halklara hayatı zehir etmiştir. Toplumsal eşitsizlikler gittikçe derinleşirken, toplumun baskı gören ve sömürülen kesiminde iktidara karşı öfke günden güne artmaya devam etmiştir. 2009 ve 2019’da rejime karşı kitlesel protestolar boy gösterirken, rejim devlet terörüne sığınarak protestoları bastırmayı başarmıştır. En son 2019’da 1500 kişinin ölümüyle sonuçlanan protestolar pandemi ve diğer sebepler sonucunda son bulmuştu. Kapitalist molla rejiminin halk üzerinde rıza üretmesi artık olanaksız olduğundan, her hangi bir olay rejime karşı toplumsal öfkeyi fitillemeye hazır durumdaydı. Akrabalarını ziyaret etmek için Sakız kentinden ailesiyle birlikte Tahran’a giden 22 yaşındaki Mehsa (Zhina) Emini’nin, 13 Eylül Salı günü ahlak polisi tarafından şiddete maruz kalması ve hastanaye kaldırılmasının ardından ölmesi, halktaki öfkeden oluşan alev topunun ateşini yakan olay oldu. Başörtüsünden saçı göründüğü için işkenceye maruz kalan Mahsa Amini, gençlerin ve kadınların ağırlıklı olduğu protestoların başlamasına neden oldu. Ayaklanan halk “Diktatöre Ölüm” sloganlarıyla kapitalist molla rejiminin devrilmesini talep ediyordu. Genellikle Tahran ve Sakız’da gerçekleşen protestolar hızlı şekilde ülkenin dört bir yanına yayıldı. Milliyetçi tavırların yaygın olduğu Kuzey Azerbaycan bölgesinde, “Azerbaycan Ayakta Kürdistan’ın Yanında” sloganları seslendirildi. Bu, ortak düşmanın molla rejimi olmasının belirtilmesi açısından önemli bir gelişmeydi. Birkaç hafta sonra, sokaklardaki eylemler üniversite kampüslerine yayıldı. Tahran’da, Tebriz’de, Meşhed’de ve diğer bölgelerde öğrenciler “İslam Devleti İstemiyoruz” sloganlarıyla yürüyüş gerçekleştirdiler. Rejimin militar ve paramilitar kuvvetleri öğrencilere saldırı gerçekleştirdiler, yüzlerce öğrenci tutuklandı. Öğrenciler genel boykot çağrısı yaptıktan sonra yaklaşık 100 üniversite boykota katıldı. 79 sonrası, ilk kez liseliler de protestolara katıldılar. Özellikle 16 yaşındaki Asra Panihi ve Nika’nın Besic gücleri tarafından işkenceyle öldürülmesinden sonra, liselede kadın ve erkek öğrenciler birlikte eylemler gerçekleştirdiler. Kadın öğrenciler başörtülerini çıkararak müdürlere kafa tutuyorlar.
Gençlerin ve kadınların çekirdeğini oluşturduğu bu protestoların başarıya ulaşmasının tek yolu örgütlü işçi sınıfı mücadelesiyle birleşerek rejimin ekonomik kaburgasını kırmaktan geçiyor. Geçtiğimiz günlerde birçok sektörde işçiler greve çıkmaya başladılar. İran’ın Güneyinde bulunan Abadan şehirinde akaryakıt tankeri sürücüleri, Hafttepe şeker kompleksinin işçileri, Gadir Neyriz Fars çelik işçileri, Mahşahr boru üretim fabrikasının işçileri, İran gaz sektörünün devi, Güney Pars Gaz kompleksinin resmi çalışanları ve birçok iş yerlerindeki işçiler ülke çapında greve başladılar.
İrandaki halk ayaklanmasına dayanışma göstermek için Kanada’da, Avrupa’nın birçok kentinde eylemler gerçekleştirildi. Türkiyede de İstanbulda, Ankarada ve İzmirde dayanışma eylemleri gerçekleştirildi. Özellikle ODTÜ’deki İranlı öğrenciler şu ana kadar kampüste 3 eylem gerçekleştirdiler. Türkler, kürtler, farslar ve azeri öğrenciler hep birlikte “Diktatöre ölüm” sloganları seslendirdiler. Azerbaycanlı öğrenciler de, ayaklanan İran halkına selam göndererek kendi dövizleriyle eylemlere katıldılar.